Yaşadığımız Dönem Üzerine Düşünceler (Eylül 2020) – Akıllar Karışıksa

Sevgili Bilge Baykuşlar, akıllar karışık. Yeni bir şey söylemiyorum. Fakat geçen hafta bunun örnekleri özellikle dikkatimi çekti. Birbirini takip eden iki cümlede diğerini geçersiz kılan ifadeler, gelecekle ilgili teoriler, geçmişin yeni yorumları, karasızlıklar ve belirsizlikler…

Virüs insan yapımı mı? Bizleri maskeye mi hapsediyorlar? Testlerin ne kadarı doğru?Aşı çıksa gönüllü olacak mıyız? Aşının etkisine inanacak mıyız? Bunların hepsi devasa bir komplo mu? Tekrar evlere kapanacak mıyız? Yaşadığımız her şey bizi köleleştirmek için mi? Orman yangınları kötü kalpli derin devletler tarafından gerçekleştirilen lazer vuruşlarından dolayı mı bu kadar şiddetli? Çevre felaketi aslında yok mu? Ve bir klasik: Dünya düz mü? Nereye bakarsanız bakın, birileri sanki bu sorulara ve daha fazlasına cevap veriyor, her iki zıt argüman için kanıt gösteriyor.

Açıkça söylüyorum, ben anda kalmayı tercih ediyorum. Sadece enerjiyi ve potansiyeli görebiliriz ancak iş YAPmaya, OLmaya, yaratmaya gelince, kimsenin özgür iradesini etkileyemeyiz. Ama anlıyorum: İKİZLER KUZEY DÜĞÜMÜ günlerindeyiz. Bir yanımız evet derken diğer yanımız hayır diyor! Bir tarafımız bir bilgiye inanırken, diğer parçamız tam tersine sıçrıyor. Maymun zihin daldan dala atlarken içlerde bir sıkıntı, hayatlarda kararsızlık ve endişe…

Bir önerim var: SADECE ZİHİNDE YAŞAMAYI BIRAKALIM!

Hayat ruh-zihin-beden üçlüsünden oluşuyor ve biz kendimizi kısıtlayarak üçte birini yaşama alışkanlığındayız. Acıkmasak, susamasak veya ağrılar, sızılarla sinyal almasak beden unutulmuş gibi. Ruh deseniz, çoğunluk zihnini ruhu sanıyor. Ruhu tanımıyoruz bile!

Zihnin Haber Ajansı ve Yorumlar

Eğer berraklık istiyorsak, zihni amacı dışında kullanmamalıyız. Zihin, beden değildir, ruh hiç değildir. Mükemmel bilgisayarımız tam potansiyel çalışmayı bekliyor ve biz ona ihtiyacı olanları vermek yerine, eski moda programlarla çalıştırıp aşırı yükleniyoruz. Elbette, bir şekilde devrelerini yakıyoruz! Sonra da umutsuzluk, çaresizlik, hayal kırklığı ve öfke duygularıyla boğuşuyoruz.

Beynimizin bir kısmının günlük çalışma  hali Merkür ve İkizler karakterindedir. Bilgi toplar, bilgi dağıtır, ayrıştırır, arşivler, haber verir. Zihnimizin bir parçası 24 saat haber yayını yapan kanallar gibidir, ama tarafsız ve sadece haber veren bir kanal düşünün. Çevremizde ve içimizde olanları biliriz. Bu da harika bir şey, bir parçamız haber ajansı olarak çalışıyor ve biz de o bilgiyle ne yapacağımıza karar veriyoruz.

İşler biz haber kanalındaki yorumcu rolüne soyununca karışmaya başlar. Yani o bilgi konusunda nasıl hissedeceğimize karar verme aşamasında. İyi mi, kötü mü, saçma mı, kullanışlı mı? Ve buna göre sinyaller yaymaya başlarız. Bu nörolojik sinyaller tetiklediğimiz duygulardır. Sonunda bedende belli değişikliklere yol açarlar. Belki bilginin kötü olduğuna karar verdik. Stres hormonları devreye girer. Görevleri bizi korumaktır. Olduğunu varsaydığımız tehditin zihnimizde yarattığımız boyutuna ve aciliyetine göre stres hormonları bizi tehlikeyle başa çıkmaya hazırlar. Temel işlevlerimizden enerjiyi çekip alır, kaslara ve fiziksel duyulara yöneltir. Gerçek fiziksel tehlike olduğunda bu faydalı bir süreçtir. Bir anda arabanın direksiyonunu kırıp kaza yapmaktan kurtuluruz, devrilen sıcak kahvenin bizi yakmasına engel oluruz, vs. Ya da bilgi hakkında olumlu yorum yaptık, o zaman da rahatlama hormonları çalışır. İyi hissederiz. Beden olması gerektiği gibi çalışır, bağışıklığımız güçlenir, dinamik ve zinde kalırız.

Bu da demek oluyor ki, her şey ama her şey bizim yorumumuza bağlı. Ben zihni kapatalım demiyorum. Haber ajansımız hep çalışacak, onu durdurmak gereksiz ve zaten bunu başaramayız. Sıklıkla da tıpkı haber kanalları gibi tekrara düşecek. Araştırmalara göre günde 60-70bin düşünce düşünüyoruz, bence bu dönemde bu sayı çok daha yükseldi. Bu da belli hormonları tetikliyor, belli bir ruh halinde olmamızı sağlıyor. Ertesi sabah kalkıyoruz ve o binlerce düşüncenin neredeyse tamamını çok az farklarla tekrar düşünüyoruz. Bu da yine aynı ruh halini yaratıyor. Her gün aynı günü yaşıyoruz!

Kendinizi iyi hissetmiyorsanız, mutlaka tekrarlayan düşüncelerinize bakın. Bilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne yorumlar yapıyorsunuz? Sonuçta hangi davranışlara karar veriyorsunuz? Çünkü;

Tetikleyici ve tepkiniz arasında bir alan vardır. Ve o alanda vereceğimiz tepkiyi seçme becerimiz, en önemli gücümüz bulunur. Tepkilerimiz ise sağlığımızın, bağımsızlığımızın ve gelişimimizin gerçekleştiği noktadır.

Günümüze geri dönelim. Aradan 8, neredeyse 9 ay geçti ama dünya hala daha şokta. Nasıl yaşayacağız, ne yapacağız, hayat standardımızı nasıl geliştireceğiz veya koruyacağız, çocuklarımızı nasıl eğiteceğiz, sevdiklerimizi nasıl ziyaret edeceğiz ve daha pek çok şeyi bilmiyoruz. Merkür/İkizler çılgınlar gibi çalışıyor. Elimizden gelen bütün bilgileri toplamaya yemin etmiş gibiyiz. Ve hep aynı yorumları yapıp aynı soruları soruyoruz… “Bunun nasıl üstesinden geliriz?” Şu bilgiye de bakalım, bunu da okuyalım, o uzmanı da dinleyelim. Uyanık, tetikte ve nöbetteyiz. ZİHİNDEYİZ. Ve bu da iyiden iyiye zırvalamamıza sebep oluyor. Bir beden ancak bu kadar uyarıcıya dayanabilir, bir zihin ancak bu kadar stres altında kalabilir. Böylece muhakeme yeteneğimiz ve bedenimizin doğal sistemleri büyük zarar görmeye başlıyor.

Bu dönemde olağanın çok üstünde bir gerginlikle bilgi peşinde koşup geleceği tahmin etmeye çalışırken negatif frekanslarda çok vakit geçiriyoruz. Bir şeye tıklıyoruz, hoop algoritma çalışıyor, bir şey daha ve biri daha… Tavşan deliğine daldık. Tıpkı bedensel bağışıklığın düşmesi gibi, zihinsel bağışıklığımız da düşüyor ve bir noktada ne gerçek ne değil karıştırıyoruz. Alice Harikalar Diyarındayız! Sıklıkla İkizlerle bağdaştırdığım bir eser. Algılarımızla oynanırken, derme çatma “gerçeklerle” yola çıkmamızın bizleri yaya bırakması son derece normal.

Bilgilenmek kötü değil. Ancak bilgi doğru olmalı ve bir işe yaramalı. Yukarıda bahsettiğim alanda, tetikleyici ve davranış arasındaki boşlukta, tepkimizin ne olacağına karar vermeliyiz.

Peki kesin olarak bildiklerimiz neler?

  1. Herkes kendi aklına, özgür iradesine ve muhakeme yeteneğine sahip.
  2. Düşüncelerimiz duygularımızı tetikler.
  3. Duygular bedensel salgılarımızı yönetir.
  4. Düşünce ve duygu birliği belli elektromanyetik dalgalar yayar.
  5. Bu elektromanyetik alan ise ona benzeyen elektromanyetik dalgaları yakalar. (Bir telsiz alıcı-verici gibi)
  6. İçinde bulunduğumuz elektromanyetik alan karar sürecimizi etkiler.
  7. Karar sürecimiz ise tepkilerimizi belirler.
  8. Tepkilerimiz kendi yaratımlarımızdır.
  9. Sonuç olarak, düşüncelerimiz yaratılmış olur.

 Biraz daha karmaşıklaşacak ama devam edelim;

  1. İnandıkları inanan için gerçektir.
  2. Zihin kişinin inandıklarının kanıtlarını bulmaya eğitilmiştir.
  3. Zihin dünyaya inancın merceğinden bakar ve görüntüyü inanca göre tamamlar.
  4. Dolayısıyla zihnin kanıt olarak algıladığı şeyler gerçek olmak zorunda değildir.
  5. Davranış ve seçimler gerçek olup olmadığı bilinmeyen kanıtlar ve inançlarla yönetilir.

Bunların hepsine baktığımızda çıkardığımız sonuç;

İstediğimize inanabiliriz, istediğimizi düşünebiliriz ve o şeyleri gerçek yaparız. Hayatımız, deneyimlerimiz, gerçekliğimiz, dünyamız esnektir. Düşüncelerimizle şekillenirler.

Bu genel olarak bilinen bir gerçek. (Fakat “gerçek” kelimesini kullanınca gülümsedim tabii.) Düşünceleri değiştirirseniz, diğer her şeyi değiştirirsiniz. Bu da nöroplastisitenin temelidir.

Beden

O zaman gerçek gerçeğe nasıl ulaşabiliriz? Son birkaç özgün yazımı okuduysanız eğer, ben bedenimizle çok daha yakın ilişki kurmamızı ve ona güvenmemizi öneriyorum. Bunun için bedeninizdeki hisleri taradığınız meditasyonlar son derece faydalıdır. Bedenin mesajlarına karşı belli bir hassaslık yaratırlar. Bunun yanı sıra spor ve yoga, sağlıklı beslenme, topraklanma ve tabii ki nefes çalışmaları da çok yardımcıdır. Birkaç hafta deneyin, göreceksiniz. Her defasında mesaj inanılmaz bir şekilde isabetli çıkacaktır. Tabii kas testi de yapabilirsiniz. İnternette bu konuda pek çok kaynak var.

Bedene dönmeyi önermemin sebebi şudur; tabiat yalan söylemez, görmezden gelmez, faka basmaz. Bunları sadece kalıplarında ısrarcı insanlar yapar. Bir bitki susuz kalmışsa, her şey yolundaymış gibi yapmaz, büzüşür, yaprakları sararır ve en sonunda solar. Aynısı tüm bitkiler, hayvanlar ve en ufak canlılar için bile geçerlidir. Bu sırada bedene döndüğümüz için bozulmuş dengelerimiz de toparlanmaya başlar. Bedenin sesini duyunca burada, bu dünyada, bu hayatı yaşamak üzere bulunduğumuzu hatırlarız. Sadece zihinde var olmaktan çıkarız. Zihin ve beden işbirliğine girişir.

Kalp ve Ruh

Önerdiğim üçüncü ayak ise ruha dönmektir. Ruh konusu enteresan. Sıklıkla zihnimizi ruhumuz sanabiliriz. Zihin konuşur da konuşurken, duyguları tetiklerken, kendimizi kısıtlı, ufak, fikirleri döndürüp dolaştırır buluyorsak eğer, o ruh değildir. Çünkü ruh, gerçek benlik, özümüz, adına ne derseniz, hiçbir şekilde kısıtlamalara sahip değildir. Rehberlik eder, merkezdedir ve seçimi her zaman bize bırakır. Daha yumuşaktır ama hiç de kolayca aldanan bir parçamız değildir. Olumsuz örnek vereceğim, çünkü zihnimiz olumsuzları hatırlamakta oldukça başarılıdır; Hiç “ben bunun böyle olacağını biliyordum, içimden bir ses yapma dedi” dediğiniz oldu mu? Yani ruh gerektiğinde uyarır, hayır der ama onu dinlemek ya da dinlememek bize kalmıştır. Çünkü ruh, özgürleştirir. Bizimle ilhamlar, arzular ve hislerle konuşur.

Ben “duygu” ve “his” sözcüklerini birbirinden ayırıyorum. Duygu kelimesini düşünce ve bilinçaltı kalıplarımızla tetiklenen ruh halleri olarak kullanıyorum. His ise kişisel sözlüğümde sezgilerin, bedenin, ruhun işaret dilidir. Ruh, öz-benlik, yüksek benlik, vs. ve ego, küçük benlik arasındaki mesaj farklılıklarını şu 2015 tarihli yazımda bulabilirsiniz. (İç Sesimizi Dinlemek: Hangisi ego, hangisi içimizdeki bilgelik?)

Ruhumuzun bedenimizdeki elçisi kalbimizdir. Kalbin çalışmak için beyinden gelen sinyallere ihtiyacı yoktur. Bir fetüsün kalbi üç haftalık civarındayken atmaya başlar, beynin elektriksel aktivitesi ise  beşinci-altıncı haftaları bulur. Yani kalbin merkezi sinir sistemiyle doğrudan iletişime girme becerisi vardır. Bu da demek oluyor ki, kalp doğrudan sinir sistemine direktifler verebilir ve alabilir. Bir zamanlar inanıldığı gibi beyinden komut alıp uygulayan kalp yerine, beynimizle kalbimiz arasında çift taraflı iletişim vardır. HeartMath Institute şunları aktarıyor: “Aslında kalp beyne, beynin kalbe yolladığından çok daha fazla sinyal gönderir.  Dahası, bu kalp sinyallerinin beyin fonksiyonu üzerinde kayda değer önemde etkisi bulunur – hislerin işlemden geçirilmesi, dikkat, hafıza, sorun çözümü gibi yüksek kognitif (bilişsel) becerileri etkiler. Yani, sadece kalp beyne yanıt vermez, beyin de kalbe yanıt verir.”

Sevgili Dostlar, işte bu yüzden kalp-zihin ortak çalışması çok önemlidir. Ruhumuzu tanımanın bir yolu da kalbimizi tanımayı sağlayacak egzersizler yapmaktır. Bu sayede ikisi arasındaki bağı güçlendirir ve bilgiyi işlemden geçirme sürecimizi çok daha sağduyulu, dingin ve hızlı bir şekilde yapabiliriz. Diğer bir deyişle, kalp ve zihin ortak çalıştığında, zihin ruhun rehberliğine açıldığında, berraklık yaşarız! Kalp-zihin uyumu konusunda heartmath.org  adresinde çok faydalı araçlar ve yöntemler bulabilirsiniz. Ayrıca düzenli “klasik” meditasyon, yani disiplinli sessiz anlar, zen veya farkındalık meditasyonları bu uyumun sağlanıp ruhun tanınmasına çok çabuk yardımcı olur. (Meditasyonlar için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz)

Zihin Devrimi

Bilge Baykuşlar, bu konular sizler için yeni değil. Ben de geçmiş yıllarda defalarca ruh-zihin-beden üçlüsünün denge ihtiyacına dikkatleri çekmeye çalıştım. Ancak ilk defa bu konuda bu kadar uzun yazıyorum. Çünkü çok ihtiyacımız var! Ama neden şimdi ihtiyacımız var? Neden İkizler Kuzey Düğümü bu sefer bu kadar etkili? Neden akıllar karmakarışık?

Her ne kadar yıllardır yazılarda kalp merkezli olmaktan, kalbin sesini dinlemekten bahsetsek de, 21. Yüzyıl gerçekte zihnin yüzyılı! Biz bu aklı, bu beyni tam potansiyeli ile kullanmayı öğreneceğiz, öğrenmek zorundayız. Geçiş yapmakta olduğumuz yeni gerçekliğimizi yaratmamız için bu çok önemli.

Zihnimizi beden ve ruh olmadan ne yaparsak yapalım tam potansiyeli ile kullanamayız. Yaratıcı çözümler bir yana, sıradan çözümlere bile ulaşmamız zorlaşır. İkizler kuzey düğümünün açığa çıkardığı bilgi kirliliği – açığa çıkardığı diyorum çünkü o bilgi kirliliği zaten vardı, şimdi sadece görünür oldu – bizleri seçici olmaya, sağduyuyla düşünmeye, hislerimizin ve bedenimizin sinyallerini de kabul ederek karar vermeye zorluyor.

Bu yönden yardımcı olacağı düşüncesiyle Sarah Varcas’ın “Kimin düşüncelerini düşünüyorsunuz?” analizinin bağlantısını ekliyorum.

Çünkü dostlar, hiçbirimiz, kimsenin düşüncelerini düşünmek zorunda değiliz. Hepimiz akıllıyız, hepimizin kalbi ve bedeni var. Hepimiz özgür iradeye sahibiz ve çok şükür olaylar, durumlar, sorunlar hakkında kendi kararlarımızı verebiliriz. Kendi gerçeğimizi yaratabiliriz. Yukarıdaki tüm öneriler, yöntemler ve egzersizler bizi oynanan felaket hipnozundan uyandıracak ve olumlu geleceğimize odaklanmamıza yardımcı olacaktır.

Sağlıklı beden, sağlıklı zihin ve ruh bağlantısının olduğu yerdedir. Sağlıklı zihin, açık kalpli, ruh bağlantısını kurmuş ve sağlıklı bir bedenle kendini bulur. Ruh-beden-zihin, üçü de birbirini destekleyen parçalarımız, biri diğerinden önde değil. Üçüne birden değer verdiğimizde keyfini çıkaracağımız berraklık harika olacaktır.

©Mor Alev 2020


En son nöroplastisite yöntemleriyle hayatınızı akışa açmak, alma-verme dengesini kurmak, kısır döngüleri sona erdirmek ve bolluğa “evet!” demek için “Dönüşümsel Akış ve Bolluk Metodu” bağlantısına tıklayın.

SAĞLIKLI KİLOYA ULAŞMAK ve bedeninizle barışmak için Dönüşümsel Akış ve Bolluk Metodu ile çalışmak istiyorsanız buraya tıklayınız.

Bu değişim döneminde, “Büyük Resme” ve yükseliş sürecindeki rolünüze dair daha fazla anlayış sahibi olmak, Yüksek Benliğiniz ve Ruh Ekibinizle daha yakın bağlantıda yaşamak üzere, Yüksek Benliğiniz (Yaratan Benliğiniz, Öz-Benliğiniz, İçinizdeki Işık) yönetiminde Mor Alev’le kişisel olarak çalışmak istiyorsanız lütfen “Yükseliş Enerjileri ile Kişisel Danışmanlık” bağlantısına gidin.


Bu yazının 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır. http://moralev.com

13 comments

  1. Ruh, içses, özbenlik, kalp. Fısıldıyor. Sadece bir kez. Ve hep aslında duymuş oluyoruz. Zihin dinginse ruhun fısıltısını duyduğumuzun farkında olmak kolay. Gökyüzünde evrenin her yerinden meraklılar toplanıyor. Efsanevi bir dönem gerçekten. Kıvanç doğru kelime.. 🌹💚🌏🌞💙🌹

    Liked by 3 people

  2. Tesekkurler Mor Alev! Bir anlamda tum anlattiklarin siddetsizlige cikiyor gibi hissediyorum. Kalbimize dusunce, dolayisiyla duygu ve davranista siddetsizligi yerlestirirsek, o bir jenerator gibi calisacak ve tum sistemi sefkatte tutacak. Sonrasinda gereken kararlilik, siddeti(bu illa kaba kuvvet degil, komsu hakkinda dedikodu, bir insana sirf bizim istedigimiz gibi davranmadigi kaliplarimiza uymadigi icin uyuz olmak, icten ice kizmak/kiskanmak vs.) surekli surekli fark edersek ve o siddetten gelen davranis stilini(oflamak, goz devirmek, alternatif gerceklik hayal etmek ‘keske bu insanla calismasaydim’ falan gibi) secmezsek… Iste oldu! Huzur dolu bir toplumdayiz. Ve huzur olmadikca paranin, konforun bir onemi olmadigini iyice anladik. Onceligimizin, bazalimizin bu huzur ve siddetsizlik olmasini diliyorum. Tekrar tekrar fark ederek, tekrar tekrar siddeti secmeyerek.

    Simdi siddet nereden aklima geldi ikizler konusunda bilemiyorum, muhtemelen sadece zihinde var olmasindan dolayi. Kalp ve ruh siddeti bilmez. Sevgilerimle.

    Liked by 3 people

  3. Siz hayatımdasınız Sevgili Mor Alev. Teşekkür ediyorum bu güzel anlatım için.
    Sevgi bizimle şükürler olsun🙏🙏🙏💖💖💖

    Liked by 1 kişi

  4. Teşekkürler Mor Alev..Güncel astrolojik etkilerle ilgili bir paylaşım görmek umuduyla bloğunuza girmiştim..Eşzamanlı olarak yaşadığım pekçok durumla ilgili bu yazınızla karşılaştım..Öncelikli olarak koç ve terazi burçlarının son dekanında stelyumu olan retrosu bol bir doğum haritasına sahibim..Oğlaktaki kolektif transitler bireysel gezegen yerleşimlerime kare ve karşıt açılar yapıyor yani uzun zamandır..Yengeç tutulmaları ve aydüğümü geçişleri de öyle oldu..Şimdi bir de terazi dönemi başlıyor benzer tetiklenmeler tekrar olacak oğlaktaki gezegenlerle.Merkür geçişi koçtaki gezegenlerime karşıt yapıyor yine halihazırda..Örneğin transit satürn ve mars karesi varken zaten benim natal marsim 25 derece koçta olduğu için uzun dönemdir bu kareyi bireysel olarak yaşıyorum..Şimdi bir de kollektif transitle ikiye mı katlanıyor aldığım etki öncelikle bunu merak ediyorum..Çünkü transit mars natal marsimla kavuşuyor..Satürn ilerledikçe 28 derecedeki güneşime kare yapacak, sonra 1 derece boğadaki venüsüme..Tr. jüpiter 18 derecedeki koç merkürüme ..Yine transit plüton natal terazi ay ve plutonuma kare yapıyor..Ilerledikçe koçtaki merkür, mars, güneş ve boğadaki venüsüme yapacak o da..Tr. jüpiter de aynı şekilde..Yükselen terazi olduğum için köşe evlerimde oluyor bütün bu öncü burçlardaki hareketler..Satürnün koçtaki gezegenlerime üçüncü karesi olacak tekrar ilerlemesiyle..Yani bitmiyor uzun sürede bitmeyecek gibi..Her tetiklenmede aynı şekilde etkilenmek, sarsılmak çok yorucu, özellikle son birkaç senedir..Çok da dönüştürücü tabu ama önümüzdeki birkaç ay kollektif için çok yoğunken benimki gibi bireysel haritasının da her köşesi ayrıca tetiklenenler nasıl bakmalı duruma, nasıl yapıcı şekilde değerlendirmeli dönemi, kısa bir değerlendirmede bulunmanız mümkün mü.. Her defasında sarsilmamak, biraz nefes alabilmek daha kolay geçirebilmek için etkileri görmemiz farketmemiş gereken nedir sizce..Bakışınızı merak ediyorum bu konudaki 5D astrolojisine uygun olarak..Bu arada tr. venüsun de üçgen ve 60’lık açıları olacak tabi koç ve terazi evlerime..Bu kadar karmaşanın ićinde bu açıları nasıl değerlendirebilirim araya kaynamadan pek oturamıyorum..Bakiş açınızı paylaşabilirseniz çok sevinirim konuyla ilgili gerçekten.. Bir de son günlerde kişisel hayatımda tekrar eden sorunların dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna yol açan dopamin salınımındaki düzensizlikle açıklanabileceğini öğrendim ve çok şaşırdım..Yazınizdaki sınır sistemi, vücut salgısı salınımı kalp beyin ilişkisi vs. ile bağlantılı olarak..Ilaç tedavisi konusu biraz tartışmalı anladığım kadarıyla..Hayatımda süregiden bir kaos var gerçekten de istemsiz dikkat bozukluğu sebebiyle ve irade ve motivasyon fonksiyonlarımı sağlıklı bir şekilde kullanabilmem hiç kolay olmuyor..Meditasyon önerileri vs. Bu yüzden pek işlevsel olamıyor benim için.. Bu konudaki yorumunuzu da çok merak ediyorum gerçekten..Ön beynin yürütücü, yönetici fonksiyonlarını gerektiği gibi yerine getirememesi gösteriliyor sebep, genetik olduğu ve ana etkenib dopamin salımındaki düzensizlik olduğu söyleniyor bulduğum kaynaklarda..Ve uzun dönem yan etkileri hakkında yeterince araştıtma olmamasına rağmen ilaçsız düzelmenin mümkün gözükmedigı su aşamada vs..Çok önemsemese de genel olarak sanku hayat kalitesini inanılmaz düşüren ve kolaylıkla tembellikle, sorumsuzlukla etiketlenmenizi sağlayabilecek bir sorun maalesef..Uzun oldu bu arada, kusura bakmayın.. Önerileriniz, paylaşımlarınız ve yorumlarınız önemli ve değerli benim için..Şimdiden teşekkürler, sevgiler..

    Beğen

    1. Sevgili Risus,

      Astrolojik açılar:
      Bu etkileri hepimiz bir şekilde yaşıyoruz. Öncü burçlar 4 adet. Yani Zodyak’ın üçte biri öncü burçlardan oluşuyor. Hepimizin en az 4 evi bu anda bu yoğun aktiviteden etkileniyor. Kabaca hesaplarsak, insanlığın üçte birinin en azından güneşi bu burçlarda. Diğer insanlar da evlerinin olduğu alanlarda bu etkilerin altında. Şimdi biraz hatırlayın isterseniz, Satürn Terazi’den daha yeni geçti, 2009-2012 arasında. Neler yapıyordunuz? Neler öğrendiniz? Nasıl değiştiniz? Peki, Uranüs-Plüton kare açınız nasıldı? Yine 2009-2015 arası. Plüton, 2008’den beri Oğlak’ta. O dönemlerde neler öğrendiyseniz bu zamanlarda çok kolay kullanabilirsiniz.

      Haritanızdaki gerileyen gezegenler ise yine alışılmış bir durum. Özellikle Zodyak’ta bütün gezegenlerin hep birlikte ilerledikleri zamanın yılda bir-iki hafta, bazen sadece birkaç gün sürdüğü göz önüne alınırsa.

      Bütün bunları yazmamın sebebi, doğum haritasına bakıp da bunalıma giren, korkan, başa çıkamayacağını, başına felaketler geleceğini düşünen çok insan olmasıdır. Halbuki bunlar gelişim potansiyelleridir. Güzeldirler!

      Başa çıkma yolları:
      Sarsılmak zorunda değilsiniz. Resme bakıp karmaşa gören sizsiniz. Onun yerine geri çekilin. Astrolojik felaket beklemeyi bırakın. Belki bu açıların etkilerini size özel yapıcı bir şekilde kullanmak üzere bir danışmanlık isteyebilirsiniz, bunun için (önerim; evrimsel astrolojide uzmanlaşmış) bir astrologla çalışabilirsiniz. Tarafsız bakış açısı size iyi gelebilir. (Ben astrolog olarak çalışmıyorum.)

      Ama her gün blogda çok farklı yöntemler ve bakış açıları öneriyorum. Onları ne yapıyorsunuz? Okuyup geçiyor musunuz? Hiç herhangi birini uygulamayı denediniz mi?

      Dikkat eksikliği sorununuz:
      Lütfen, yazıda yazmayan bir sonuç çıkarmayın. İlaç konusunda hiçbir şey yazmadım. Buna sizin doktorunuz karar verir. Ama içimden bir ses diyor ki, dopaminle ilgili öğrendiklerinizi Google’a borçlu olabilirsiniz. Eğer bu tahminim doğruysa lütfen uzmanların uzmanlığına saygı gösterelim, kendimize teşhisler koymayalım. Eğer tahminim yanlışsa, yine yukarıda söylediğim gibi, bu konuda işin uzmanı ile çalışmanız en iyi çözüm olacaktır. Çünkü size özel olacaktır, sizin ihtiyacınız ne ise onu sadece o ve siz birlikte, açık sözlülük ve kararlılıkla belirleyebilirsiniz. Bir blog yazarı tanımadığı, bilmediği birisine böyle hassas bir konuda önerilerde bulunamamalı.

      Ama önereceğim bir şey var tabii! Bu durumda size en uygun uzmanla çalışmak için enerji çalışması yapın. Meleklerden isteyin veya doğrudan Yaratan’a seslenin. Kalbinizi açın ve gelen ilhamı dinleyin, fırsatlara açık olun.

      Örnek:
      Astrolojik açılar konusunda size kendimi örnek gösterebilirim, en iyi tanıdığım insan yine kendimim. Benim de öncü burçlarda bir sürü gezegenim, açım var. Yıllardır bunu yaşıyorum. Kendimi dengede ve sevgide tuttuğumda, panik yerine dingin bir zihin yapısında kalmaya özen gösterdiğimde akıp gidiyorlar. Eh, hata da yaptığım, boş bulunduğum, aklımı kullanmadığım, vs. zamanlar da oluyor. O zaman da insan olduğumu hatırlıyorum. Kendimi sıkmıyorum, hatayı telafi etmeye kararlı oluyorum, gerekirse özür diliyorum. Bakış açımı değiştiriyorum. Kararsız kaldığımda bunun sebebini araştırıyorum, acaba neden korkuyorum ve onu nasıl salıverebilirim? Bu kadar. Bunların hepsi gelişim fırsatları ve bizlerin bir alışkanlığı da hatalarla öğrenmemiz. Bu sırada belli prensiplere bağlı kalmak da önemli. Asla kendime acımıyorum. Kendimi kurban olarak görmüyorum. Kendi sorumluluğumu kendim taşıyorum, gücümü ne astrolojiye, ne genlerime, ne de dış dünyaya vermiyorum. Bu belki kendine karşı acımasız görünebilir ama inanın değil. İnanılmaz özgürleştirici. Gerçek özsevgi ise o gücü ve özgürlüğü kendine vermekte yatıyor.

      Şimdi, gücümü astrolojiye vermiyorum dedim ama astrolojik yazılar yazıyorum. Doğrudur. Astroloji enerjileri anlama yollarımızdan biridir ve taşa yazılmış alın yazısı değildir. Gelişim yollarını gösterir. Kaderinizi belirlemez. Her enerjinin en az iki yüzü vardır. Onu nasıl kullanacağımıza karar vermek ise bize kalmış. Yani özgür iradenizle enerjiyle ne isterseniz yaratabilirsiniz.
      Umarım yardımcı olabilmişimdir.

      Beğen

      1. Çok ama çok teşekkür ederim, bu ayrıntılı değerlendirmeniz için..Çok yardımcı oldunuz gerçekten..Dikkat eksikliģi ile ilgili konu birkaç haftadır gündemimdeydu.. Yazınızdaki sinir sistemi ile ilgili kısımları görünce konuyla dolaylı bir bağlantı kurduğumdan dile getirdim, yoksa sizin yazınızdan çıkardığım bir sonuç değil bu..Uzun ve karışık yazmışım şimdi tekrar baktığımda, ifade edememişim pek demek istediğimi böyle olunca..Kisisel bazda değil genel olarak bu tarz durumlarda ilaç kullanımı ile ilgili fikrinizi merak etmiştim aslında, çok tartışmalı bir konu olduğu için de psikiyatride halen anladığım kadarıyla..Yetişkin dheb ile ilgili pek türkçe kaynak yok, ama çevirisi pek iyi olmasa da bulduğum tek kitaptaki ( ismi dönüşüm) bilimsel veri olarak aktarılan bilgilere dayanarak yazmıştım, dopamin salınımı ile ilgili olabileceğini sorunun kaynağının.. Psikolog yönlendirmesi ile böyle bir sorunum olabileceğini düşündüm gerçekten ve tabi google’dan da araştırdım biraz;) Psikiyatriye gidersem büyük ihtimalle ilaç tedavisi önereceğini tahmin ettiğim için sormak istedim genel fikrinizi konuyla ilgili . Tabiki uzmanlık alanlarınız olmadığını biliyorum -daha doğrusu yine tahmin ediyorum- ne psikiyatrinin ne de astrolojinin..Ama tavsiyeleriniz ve değerlendirmeleriniz gerçekten iyi geldi her iki konuda da..Tekrar okuyup üzerinde düşüneceğim söylediklerinizin..Enerjiyi özgür irademle istediğim seyi yaratmak için kullanabileceğim cümlesini milyonuncu kez de olsa yeniden duymak ayrica iyi geldi yine..Kalpten teşekkürker..Sevgilerimle..

        Beğen

        1. Sevgili Risus, yine zihniniz koşup sonuçlara atlamış. 🙂 Olsun. Ama bir düzeltme yapmak istiyorum. Ben uzman değilim demedim, astrolog değilim dedim. Yani kişisel astrolojik danışmanlık vermiyorum. Yine varsayımdan yola çıkıyorsunuz, psikiyatr değilim de demedim. Lafı bile geçmedi. Buradaki pozisyonum blog yazarlığıdır. Uzmanlık dalı ne olursa olsun, internetten platformlarda teşhis konamaz, tedavi yapılamaz. Kulaktan dolma olur, isabetli değildir. O yüzden lütfen kişisel olarak gidin, konu ne olursa olsun, size özel danışmanlık alın, böyle şeyler tanıyarak inceleyerek yapılmalı. Sevgilerle

          Beğen

Yorumlar kapatıldı.