Yaşadığımız Dönem Üzerine Düşünceler (Şubat 2018) – Tutulma Döneminde Güçle Yakar Top Oynamak

Sevgili Dostlar, Güç ve sorumluluk sanki ateşten bir top, ellerimizi yakıyor, hemen başkalarına fırlatıyoruz. Bu yakar top oyununda pek çok şey bu yüzden çözümlenmemiş halde kalıyor, top ya havada ya yerde… Neden kendi mutluluğumuzun sorumluluğunu kabul etmekten korkuyoruz? Neden kendi gücümüzden korkuyoruz?

Bu konuda yıllardır düşünüyorum, çalışıyorum ve son dönemde de bu blogda bu konuda çok yazı yayınlandı ama rica ediyorum, bir daha buna geri dönelim. Bu tema yükseliş ve rahat bir yaşam için kilit önem taşıyor.

Başarı

Fikrimce bizlerin asıl korktuğu şey hayallerimizi gerçekleştirme ve mutluluk konusu. “Ya hayallerim gerçek olursa, o zaman ne olacak? Ya gerçekten gereksiz korkularımı elersem, hayatımın filmi nereye gidecek? Daha mutlu olduğumda, tüm gücümü elime aldığımda, kendim için kendim kararlar verdiğimde, özüme çok daha yakın yaşadığımda yeni hafif hayatımda ne yapacağım?” Sorunlar bittiğinde ya da çok azaldığında nasıl yaşayacağımızı bilmiyoruz. Başarılı olursak sonra bu hikâye bizi nereye götürecek bilmiyoruz.

Stockholm sendromu gibi bir defa korkuların, sorunların, güçsüzlüğün esiri olduk. Her şeye sahip olabileceğimizi, huzur, sevgi, bereket ve yaşam macerasının bir arada bizimle olacağına inanmıyoruz. Koşarak korkuya sığınmaya gidiyoruz.

Mutluluk, Neşe-Keyif-Coşku Gerçekte İstenmeyen Bir Şey mi?

Sanki mutlu olunca bir şeyler yaratma arzumuz sona erecek, sanki hiç yeni keşiflerde bulunmayacağız, sanki yaşamamızın bir manası kalmayacak… Sanki hayatın tek anlamı mutluluğun peşinde koşmak ama onu yakalamak değil!

Bilmiyorum, nasıl bilinçaltımıza yazıldı, mutluluğun sıkıcı olduğu… Başarının her zaman istenmeyen bir bedeli olduğu… Kendi sorumluluğunu taşımanın binlerce ton altına girmek gibi olduğu… Gücün başa bela getirdiği… Başarılı olduğumuzda ilişkilerimizin bozulma ihtimali… Dev bir programlama, bu bir bilgisayar virüsü gibi.

İşin ilginci, kendimiz için yapmadığımız çoğu şeyi başkaları için yapıyoruz. Başkalarının mutluluğunun sorumluluğunu alıyoruz. Kendi dışımızdaki kişilerin başarılı olmaları için uğraşıyoruz, onlara akıl veriyoruz, onları destekliyoruz ya da belli şeyleri belli şekillerde yapmaları için zorluyoruz ve bunun onların iyiliği için olduğunu söylüyoruz. Kendi sağlığımızdan çok başkalarının sağlığına dikkat ediyoruz, kendi bereketimiz yerine diğerlerininkini aklımıza takıyoruz.

Böylece gücümüzü oradan oraya savurup dururken duvarlara tosluyoruz. Çünkü her şeyden başkaları, şartlar ya da sistem sorumlu. Biz sorumlu değiliz. Neredeyse sefil, bazen yarım yamalak mutlu, yarı rahat hayatlar yaşamaktan başka seçimimiz yokmuş gibi. İşte böylece yakar top oyunu devam ediyor.

Şükretmek

Ve diyelim ki herhangi bir konuda gücümüzün birazını elimize aldık ve kendimizi başarılı hissettik, gerçekten neşe-keyif-coşkuyu biraz tattık, derhal içimizden bir şey batıl inançlara doğru gidiyor. O şeyi korumaya alıyoruz. “Nazar değmesin” O neşe-keyif-coşkunun bozulması beklentisine dalıyoruz. Biliyorsunuz, burada artık drama bağımlılığından bahsetmeye başladım. (Bu konudaki detaylı yazı ve yöntem bu bağlantıda)

Başarımıza şükrederken bile içimizde derinlerde bir yerde bir korku oluyor. Ya bu şükrettiğim şeyi kaybedersem? Bu ilişkiyi, bu işi, bu tatili, bu sağlığı, bu huzuru, bu —– (boşluğu siz doldurun) kaybedersem? Gerçek minnet duygusunun, gerçek şükranın ise kaybetmekle hiçbir ilgisi yoktur. Gerçek şükran andadır ve varolanı kutlar. Bazen “şükrandayım” derken aslında şükran oyunu oynandığını hissediyor musunuz?

Veya başka bir yönden bakalım buna. “Benim şükredecek daha iyi şeylerim yok. O yüzden —- (yine boşluğu doldurun) varolduğuna şükrediyorum.” Her zaman şükredecek bir şeylerimiz vardır ama şükretmenin enerjisini hangi seviyeye yerleştiriyorsunuz? Gerçekten içinizden sevgi ve minnet geliyor mu? Yoksa bu boynu bükük, “buna da razı olmak” veya “aslında pek de tatmin olmuyorum ama” şeklinde bir şükran mı?

Dikkat edelim, bir ihtimal şükrettiğimizi sanırken sadece yarım, kırık dökük bir enerjide kalabiliriz. Dostlar, yarım şükredeceksek, etmeyelim. Yarım karar vereceksek vermeyelim. Zaman yarımlar, razı olmalar, kendini kendi yarattığı köşeli kutulara sıkıştırma zamanı değil. Zaman genişleme, gelişme ve ilerleme zamanı.

Travma Sonrası

Bizler, insanlık, tam anlamıyla binlerce yıl travmatize olmuş bir yaşam şekliyiz. Hepimiz bir şekilde yaralıyız ve travma hafıza kaybını da yanında getiriyor. Travmadan önce nasıl olduğumuzu, nasıl yaşadığımızı hatırlamıyoruz. İşte sırf bu yüzden mutlu senaryolar yazamıyoruz, yazsak da kısa ve durgun oluyor.

Bedenlerimiz bile korku ve başarı ile gelen hisleri karıştırıyor. Heyecanlanmanın, sevinmenin bedende yarattığı tepkiye bakalım. Kalp atışımız hızlanır, daha enerjik oluruz ve dürtüsel davranırız. Normal akışta ardından gelen daha derin bir rahatlama ve özsaygı hissidir. Şimdi travmatik bir olay düşünün, ufak bir araba kazası, işyerinde mobbing ya da küçükken öğretmeni tarafından herkesin önünde azarlanmak gibi… Yine kalp atışımız hızlanır, nefesimiz sıklaşır, daha dürtüsel davranırız. Bu sırada beynimizin ön lobuna yani daha gelişmiş, sosyal davranışları yöneten bölümüne kan daha az gider, çünkü savaşa ya da kaçmaya hazırlanmaktayızdır, ilkel beyin öne geçer.

Görüyorsunuz değil mi, olumlu ve olumsuz hislerin başlangıç noktaları neredeyse aynı. O sırada beden rahatlamalı mı, korkmalı mı bilemiyor. Ve küçük benlik bu sırada devreye giriyor, sorun yaratabilecek tüm olasılıklar için durumu ince ince taramaya başlıyor. Heyecanın tetiklediği adrenalin sayesinde uyanmıştır ve amacı olası pürüzleri bulup ortaya çıkarmaktır. Yani başarıyı ve gücü hissettiğiniz veya şükranda olduğunuz zaman bile bir olasılık şudur ki, belki beyniniz çoktan bir sonraki felaketi kurgulamaya başladı!

Yukarıda yazdığım hiçbir şeyi kendinizi suçlamanız, kendinize bir de bunları dert etmeniz için yazmadım. Bu bir durum tespiti. Biliyoruz, hepimiz bir şekilde travma sonrası stres semptomu yaşıyoruz. Ve vereceğimiz bedensel tepkilerin başlangıcı ise bize geçmiş travmaları hatırlattığından başarıdan, başarı hissinden, heyecan, macera ve neşe-keyif-coşkudan kaçıyor olabiliriz. Buna da kendi kendini sabote etmek denir! Böylece gücümüz elimize geldiği anda başkasına atarız!

Çare?

Bütün bunlar çaresiz durumlar değil. Eğer içimizde neler olduğunu fark edersek, bilinçli olarak düşünce süreçlerimizi yönetebiliriz. Yukarıdaki sorulara yeniden bakalım:

  • Neden kendi gücümden korkuyorum?
  • Neden kendi mutluluğumun sorumluluğunu kabul etmiyorum?
  • Hayallerimi gerçekleştirirsem ne olacak? En iyi ve en kötü senaryolar nelerdir?
  • Korkmasam, nasıl yaşardım?
  • Kendim için sadece kendim karar verdiğimde ve karar sürecinde sadece kendi ruhumu dinlediğimde nasıl hissediyorum?
  • Hiç başkaları için sevdiğim şeylerden vazgeçtim mi? Sonuç ne oldu?
  • Başarı benim için nedir?
  • Eğer bir şeyde başarılı olmak istiyorsam başka sevdiğim bir şeyi kurban etmem gerektiğine mi inanıyorum?
  • Mutluluk sıkıcı mı?
  • Neşe-keyif-coşku tembellik anlamına mı geliyor?
  • Ne zaman mutlu olsam onu kaybetmekten korkuyor muyum?
  • Gerçekten ve kalpten nelere şükran duyuyorum?
  • Nelere razı oluyorum?
  • Kendi kendimi hangi konularda sabote ediyorum?
  • Ben ne hayal ediyorum? Ben ne istiyorum?

Sevgili Dostlar, bu konularda biraz düşünün. Her bir soru bir günün meditasyon konusu olabilir. Daha fazla soru ekleyebilirsiniz. Bu çalışma sizde kendi güç, sorumluluk, başarı, neşe-keyif-coşku konularınızdaki direnç noktalarınızı açığa çıkaracaktır. Bazıları son derece gülünç, neredeyse bebeklikte edindiğiniz kalıpları ve inançları gösterebilir, bazıları ise sizi üzebilir. Köklü yanlış inançlara bakıyoruz ve onları dönüştürmek istiyoruz.

O yüzden en önemli noktaya geliyorum ve büyük harflerle yazıyorum: “BEN X DENEYİM YÜZÜNDEN, Y İNANCINI TAŞIYORUM” DİYE BU İNANÇLARI DEFALARCA TEKRARLAMAYIN. Önünüze gelene bu çok zeki saptamanızı anlatmayın. Bu tarz saptamaların birer madalya gibi taşındığını çok gördüm, neredeyse gurur duyulan bir şey gibi… Ve biliyor musunuz, bu ne yapıyor? Sadece o inancı, o davranış kalıbını güçlendiriyor!

Bizim istediğimiz yumuşakça o davranışları ve kalıpları salıvermek. Diyelim ki ilk seferde çok başarılı olamadık, olsun, bu en olağan insanlık hallerinden biri. Buna dair bir düşünce veya davranışımızı gördüğümüzde derhal onu tekrar durdurabiliriz. İşte bu kadar. Beynimizi ve egomuzu böylece eğitebiliriz. Beynimiz, zihnimiz süper zeki bir varlık ve öğrenme kabiliyeti çok güçlü. “Ben değişemem” diye bir şey yok!

Peki, Tutulma Etkileri Bunun Neresinde?

Arkadaşlar, tam anlamıyla bir güney düğümü tutulma dönemi yaşıyoruz. Yani eskiyi bırakma zamanındayız. Salıverilmesi gereken her şey tek tek karşımıza çıkıyor. Bazen bir hatırayı yıllar sonra yeniden düşünmek, bazen eski bir davranışla ya da eski bir dostla yeniden karşılaşmak… Eski hisleri hissetmek…

Bu hafta Jüpiter, mitolojik eşi Juno ile kare açıdayken bunu özellikle ilişkilerde gördük ve daha da görebiliriz. Jüpiter ve Juno’nun oldukça fırtınalı ve çatışmalı bir evliliği olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Akrep’teki Jüpiter diyor ki, daha da derinleri kazın. Ortaya çıkarın, temizleyin.

Yukarıda bahsettiğim bütün bu kalıplardan sıkıldıysanız, gerçek neşe-keyif-coşku, gerçek şükran hedefinizse, o kalıplardan, şartlanmalardan sonsuza dek boşanmak, geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğinizi şifalandırmak elinizde! Özellikle de bu tutulma döneminde çok kolay.

Kova’daki birikim bize özgürlük mesajı veriyor, geçmişten özgürlük, kalıplardan özgürlük. Özgürlüğün yol arkadaşları ise kişisel sorumluluk ve gücümüz. Balık’taki Venüs, Neptün ve Chiron ise her şeyi sevgiyle şifalandırabileceğimizi hatırlatıyor. Bu uzun Oğlak sezonuna “ciddi” olacak demiştim. Ciddi ciddi devam ediyoruz. Bir keçi gibi dağımıza tırmanırken zaman zaman yorulduğumuzu hissediyoruz. O zaman bizi tutan yükleri atalım!

Bu dönem için Tom Lescher’ın verdiği mantra tam da yerine oturuyor:

Zihnime saplanıp kalmadığım sürece

Kalbimi de açık tutmayı hatırladığımda

Kalıpların dışına çıkmak ve geleceğe bakmak

(Yay’da Mars, Kova’da Merkür ve diğerleri)

Kendimi yeniden yaratmak iyi geliyor

(Kova mucittir. Aslan’daki Ayın Kuzey Düğümü benliğini ifade etmektir.)

Bilge Baykuşlar, korkularımız gecenin karanlığında kanadı kırık siyah kuşlar gibi. Kanatlanıp gitmek istiyorlar. Onlara bunu sağlayalım, karanlık gecenin ışığına uçup yükselsinler. (Elbette Beatles şarkısından esinlenerek yazıldı). Gücümüzün ellerimizi yakmadığı günleri birlikte göreceğimizden eminim.

©Mor Alev 2018

Bu dönemde salıverme, arınma ve hayatınıza yeniden yön vermek konularında dönüşümünüzü hızlandırmak, ruhunuzun potansiyelini tam anlamıyla hayata geçirmek, Yüksek Benliğinizle daha yakın bir ilişki kurmak ve Mor Alev’le kişisel olarak çalışmak için randevu almak istiyorsanız lütfen “Yükseliş Enerjileri ile Kişisel Danışmanlık” bağlantısına gidin ya da moralev@outlook.com adresine yazın.

 

Bu yazının 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır. http://moralev.com

15 comments

  1. yazının en tatlı yanı: “Sanki mutlu olunca bir şeyler yaratma arzumuz sona erecek, sanki hiç yeni keşiflerde bulunmayacağız, sanki yaşamamızın bir manası kalmayacak… Sanki hayatın tek anlamı mutluluğun peşinde koşmak ama onu yakalamak değil!” bunu okuyunc bi gülümsedim:)) evet sanki o noktada hayat duracak ve çok sıkıcı olacakmış gibi…olmayacak ama değil mi:)))

    Liked by 2 people

  2. Gerçekten çok doğru bir tespit! Bildiğim ama kendime itirafta zorlandığım ; okuyunca yalnız değilmişim dedim.

    Teşekkürler…

    Liked by 3 people

  3. “Gücümüzün ellerimizi yakmadığı günleri birlikte göreceğimizden eminim.” Bende eminim sevgili Mor Alev.

    Liked by 3 people

  4. Yazının her sözcüğü, son iki yıldır sürekli düşündüğüm ve kendi içimde tespit ettiğim gerçekleri anlatıyor. Sanki benim sözcüklerim… Her satırını şaşkınlıkla ve hayran olarak okudum, düşüncelerimde yalnız değilmişim. Yazınız bana da rehber oluyor, çok teşekkürler.

    Liked by 4 people

  5. Sevgili Mor Alev
    şimdi sana neredeyse bir sayfalık teşekkür mektubu yazdım, fakat anlaşılmaz bir şekilde silindi. Bu benim internet üzerinden, herhangi bir sayfa için yaptığım ilk yorumdu… Anlaşılan olmaması gerekiyordu.
    Her halükarda sana çok teşekkür etmek istedim paylaşımların için! Paylaşımlarının içeriklerinin benim hayatımın aktüel konularıyla eş zamanlılıkları da bir başka mucizevi yönü benim için.
    İyi ki varsın! Çok teşekkürler!

    Liked by 4 people

  6. Mutluluğun kendisi olmaya niyet ediyorum,ateşi elimde ışığa döndürmeye hazırım şimdi 🧡

    Liked by 1 kişi

  7. Yaşadığımız o acı deneyimler yaşanmadı mı peki? Neyi bırakacağız sanki hiç yaşanmamış gibi? Eğer yaşanmamış gibi değil yaşandığını kabul ediyorsak bazı şeyler o kadar acı ki o ların yaşandığını kabul etmek serbest bırakmamıza engel oluyor.

    Beğen

    1. Sevgili Eylül, bu yazıda “acı deneyimleri yaşanmamış gibi yapın” anlamına gelecek hiçbir şey yazmadım. Elbette olumsuz deneyimlerimiz oldu. Ve şimdi onların ötesine geçmek sizin elinizde. Sevgilerimle

      Beğen

  8. Sevgili Mor Alev, müteşekkirim, bu yazı benim için başka bir güzeldi, kendimi aynada konuşurken bulmuş gibi hissettim. Ne mutlu ki birbirimize destek olabiliyoruz, sen ve biz, biz ve sen. Sevgiyle yolculuklarımıza devam ediyoruz, her olanı yaşayarak.

    Liked by 2 people

  9. 2018’in ne denli dönüştüreceği bu yazıdan belli oluyor. helal olsun diyorum. ve teşekkür ediyorum. öyle ampuller yaktınız ki! farkında olduğum ancak bir türlü cümleye dökemediğim, kelimeyle tanımlayamadığım şeyleri görmeme sebep oldunuz. farkındalıkta birşeydir değil mi 🙂 sevgiler.

    Liked by 1 kişi

  10. Üzerinde çok düşünülmesi gereken bir yazı olmuş:)

    Bu arada herşey yolunda 🙏🏻❤️

    iPhone’umdan gönderildi

    Liked by 1 kişi

Yorumlar kapatıldı.